Araştırmacı gazeteci İbrahim Gündüz yazdığı yazıda şunları belirtti;
“Çoğunluğu mermer-seramik olmak üzere yüzlerce madenin tahribatıyla zaten zor durumda olan Bilecik’in doğasına şimdi de öldürücü ve son darbeyi vurmak için harekete geçildi. Bilecik’i yaşama bağlayan son kalesi, su kaynaklarının doğuş noktası DOMANİÇ-YİRCE dağlarına siyanürlü-sülfürik asitli altın-gümüş-bakır madeni açmak için çalışmalar hızlandı.
Yarattıkları ağır çevre tahribatı nedeniyle girdikleri bölgeyi yaşanamaz hale getiren altın-gümüş-bakır madenciliği Türkiye’de nerede dağ, orman, yayla ve su kaynakları varsa saldırıyor. Yaklaşık 5 senedir Bilecik-Bursa sınırındaki Domaniç-Yirce dağlarını ele geçirmek için her yolu deneyen altıncılar, 2017 yılında mahkemelerin verdiği red kararına rağmen bu kez “altın değil bakır çıkaracağız” yalanıyla yine saldırıya geçti. Ancak ne çıkarırlarsa çıkarsınlar hedeflerinde Domaniç-Yirce Dağları var. Göz koymuşlar bir kere; planlarını yapmışlar ve “ikna timleriyle” saldırıyorlar.
18 Mart günü, yani bu milletin vatansever duygularının zirve yaptığı bir günde Muratdere ve Ormangüzle köylülerini “ikna” etmeye geldiler. Bakır, molibden, renyum dediler. Her zamanki büyüklere masallarını anlattılar. Yatırım, istihdam, gelişim, para-pul dediler ama bunun bir bedeli vardı: Ormanları, yaylaları, meraları ve suları istiyorlardı. Yani kısacası Muratdere’nin ve su kaynakları ağır darbe alacak Bileciklilerin canını istiyorlardı.
YALAN ORTAYA ÇIKTI
Aylardır bu toplantıya hazırlanıyorlardı. Yerel gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar verdiler: “Altın çıkarmayacağız” dediler. Çünkü köylü de artık biliyordu ve tepkiliydi; altın işinde siyanür vardı, sülfürik asit vardı. Kısaca zehir ve ölüm vardı. Altıncının yalanı işte 18 Mart’taki bu toplantıya kadar sürdü.
Toplantı başladı, sorular ardı ardına geldi. Öyle ya halkı bilgilendirme toplantısıydı. Bozüyük Belediye Başkanı Talat Bakkalcıoğlu sordu, şirket yetkilisi Volkan Başkan baklayı ağzından çıkardı: “Altın ve gümüş, bakır konsantresinin içine geçecek. Bakır konsantresinin içinde olacak. Daha sonra bu bakırın içinden altın ve gümüşün ayrılması izabe tesislerinde yapılacak.”
Sanki diğer yağma-talan merkezlerinde farklı bir şey yapıyorlar. Adına altın madeni denilen bütün bu açık hava kimyasal fabrikalarında üretilen “dore” altın yani “ham” altındır. İçinde altın, bakır, gümüş, molibden gibi metaller bulunan külçeye dore altın deniliyor. Bu dore külçelerdeki metaller daha sonra izabe tesisleri denilen çok yüksek sıcaklı fırınlarda birbirinden ayrılır.
Yaklaşık iki bin dönüm için ÇED istiyorlar, ama 20 bin dönüm ruhsatları var. Yani ‘bir başlayalım gerisi kısmet’ diyorlar. Diğer bütün vahşi madenler gibi. Üç beş yıllığına gelirler, hiçbir şeye ve kimseye zararları yoktur ama bölgeyi tüketmeden, bitirmeden gitmezler. “Şurada sondaj yaptık… Burada da cevher varmış… Hadi bir kapasite artırımı yapalım… Burada da altın bulduk” cümlelerini ardı ardına sıralarlar. Üretim yöntemleri değişir, yeni yatırım kararları alınır, yeni alanlar talep edilir. Talepleri bitmez. Devletin ilgili kuruluşları da, “Canım madem bu kadar yatırım yapmışlar bari onu da çıkarsınlar, bunu da çıkarsınlar” diyerek bir dediklerini iki etmezler.
YÜZBİNLERCE BİLECİKLİ SUSUZ KALABİLİR
Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün, “Bilecik nüfusunun toplam 5’te 4’ü buradan çıkan suyu içiyor” derken, Bozüyük Belediye Başkanı Bakkalcıoğlu ise “Suyumuz zehirlenecek” diye tepkiliydi. “Orası mera sahasıdır, hayvanlarımız orada nefes alır” diyerek tepki gösteren köylülerinse, hayvanların artık Arjantin meralarında veya Sırbistan yaylalarında nefes aldığından haberleri yok. Köyün eski muhtarı, “Biz daha önce mücadele ettik ve iptal ettirdik. Şimdi ne oldu da bu tekrar çıktı” diye isyan etti. Muhtar ne bilsin ormanları, meraları ve köyleri İngiliz borsasında çoktan pazarlandı; bahisler açıldı. Emperyalistler kolay kolay vazgeçmiyor. Kılık değişiyor, yöntem değişiyor, isimler değişiyor ama amaç değişmiyor. 23 bin dönümlük ruhsat alanları var ama ilk etapta 2140 dönümde çalışmaya başlayacak. İlk iş 36 bin ağacı kesecekler. Söyledikleri bu. Yalnız 10 yaşın altındaki ağaçları ağaç olarak saymıyorlar. Yani kesilen her zaman daha fazla. Kanadalı Alamos Gold, Kirazlı’da 45 bin ağaç keseceğini söylemişti ama 347 bin ağacın kesildiği ortaya çıktı.
FLOTASYON ÖN İŞLEMDİR
Bir de Flotasyon yapacaklarmış. Yani cevheri köpükle yüzdürme sistemiyle zenginleştireceklermiş. Yani siyanür, sülfürik asit kullanılmayacakmış. Oysa flotasyon yöntemi, altın ve gümüş elde etmek için bir ön yöntem, ön aşama olabilir ancak altın-gümüş elde etme yöntemi değildir. Siyanür liçi uygulanacak cevherdeki zararlı elementleri uzaklaştırmak, siyanür liçinde çözünmeyen tellüridleri kazanmak, gravite zenginleştirmesi ve amalgamasyon işlemlerinin artıklarındaki altın-gümüş kaçaklarını geri kazanmak, yüksek tenörlü altın ön konsantreleri üretmek için altın- gümüş-bakır cevherler flotasyonla zenginleştirilir. Yani cevher flotasyonla zenginleştirilecek, bir başka deyişle ön işleme tabi tutulacak ve ardından da siyanürleme işlemi yapılacak. Bakır madenciliğinde kullanılan kimyasallar da hiç masum değildir ayrıca.
KONU MADENCİLİK DEĞİL
Bakınız konu maden veya madencilik değil. Lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün. Bir bakın. Bilecik’in yüzde 70’i zaten delik deşik edilmiş. 440 mermer, 200’e yakın maden ocağı var. Uydu haritalarında Bilecik, Salda Gölü’yle yarışıyor. Başta mermer, seramik ve taş ocakları olmak üzere diğer madenlerle birlikte her yer bembeyaz olmuş. Madenlerle tarumar edilmiş bir coğrafya.
Burada bir ekosistem var. Burada insanlarla birlikte trilyonlarca canlı yaşamı var. Bu bölgede tarım yapan var, su kaynaklarına ihtiyaç var. Bölge devasa metropollerle çevrilmiş durumda. Antalya’dan, Mersin’den, Aydın’dan yani yüzlerce kilometre öteden İstanbul’a, İzmit’e, Bursa’ya gıda ürünlerini taşıdığın zaman fiyatlar uçuyor. Yani buradaki her karış toprağı koruman gerekiyor. Kala kala Uludağ’ın uzantısı olan bölge kalmış. Uludağ ve Domaniç-Yirce Dağları. Şimdi emperyallerin yol göstericiliğinde birileri oraya çöreklenmiş, konuları ters yüz ederek, gerçekleri saklayarak köylüleri kafalamaya, ikna etmeye çalışıyor. Bu mudur ülke yönetimi… Bu mudur madencilik…
Kardeşim bakın yok ettiğiniz ormanlar ve yerle bir etmeye hazırlandığınız Domaniç-Yirce Dağları o bölgede yüz binlerce insanın su ihtiyacını sağlayan dağlar… Göksu ve Karasu çaylarını besleyen dereler Domaniç-Yirce dağlarından çıkıyor. İnegöl ovası, Oylat Kaplıcaları oradan besleniyor… Yüzlerce köyün yanı sıra Domaniç, Bozüyük, Pazaryeri, İnönü, İnegöl, Yenişehir ve Bilecik şehirleri Domaniç-Yirce dağlarından yükselen oksijenle, süzülen suyla besleniyor. Marketlerde satılan onlarca su markası o dağlardan beslenen kaynaklardan çıkıyor.
DAĞLAR SU BARAJLARIDIR
Bakın arkadaşlar bu böyle gitmez, gidemez, gitmemeli. Madencilik yapılacaksa bu ısmarlama ÇED raporlarıyla ve raporları anında onaylayan bir sistemle yapılamaz. Öncelikle bu ülkede madencilik yapılamaz alanlar acilen belirlenmeli, ilan edilmeli ve bir anayasa maddesi olarak koruma altına alınmalı. Bakın bu mantıkla gidilirse inanın bana yarın sırada Uludağ var. Zaten Domaniç-Yirce Dağları Uludağ’ın uzantısı. Yarın Ağrı Dağını, Erciyes’i ve Hasan Dağı’nı yağmalamak için ikna timlerini salacaklar. İnanın bana adım adım buraya gidiyoruz. Kazdağları’nın yüzde 79’unu maden bölgesi olarak parselleyen bir anlayış var. Dağlar sadece üzerlerindeki ormanlar demek değil. Dağlar her bölgedeki su barajlarıdır. Evet barajlardan bile daha değerli su kaynaklarıdır dağlar. Lütfen dağları bu kadar küçük görmeyiniz. O küçük gördüğünüz dağlar size hayat veriyor. İkliminizi oluşturuyor, sularınızı akıtıyor.”