Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir” diyerek 1925’te kurduğu Türkiye’nin gözbebeği Türk Hava Kurumu gelirlerinin kesilmesi, kötü yönetim, bütçeden pay verilmemesi ve yolsuzluklarla batağa sürüklendi. Bir dönem havacılıkta gururumuz olan Türk Hava Kurumu, Cumhuriyet’in ilanından 16 ay sonra, 16 Şubat 1925’te Atatürk’ün emriyle “Türk Tayyare Cemiyeti” adıyla kuruldu.
Kayseri’de TOMTAŞ Uçak ve Motor Fabrikası’nı hizmete açtı. 1941’de Etimesgut Uçak Fabrikası, 1944’de de AOÇ uçak motor fabrikası kuruldu. THK aralarında Atatürk’ün manevi kızı ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu olan Sabiha Gökçen’in de bulunduğu, birçok pilot yetiştirdi. Yangın söndürme uçakları ile yıllarca orman yangınlarında başarılı mücadele verdi. 1997’de Dünya Hava Oyunlarını Türkiye’de düzenledi. Uluslararası Havacılık Federasyonu, Türk Hava Kurumu’na Dünya Hava Oyunları kurucu ödülü verdi.
THK, ‘hurda’ denilen uçaklarla yüzlerce yangına müdahale etmiş, önceki yıl Teknofest’te gösteri uçuşu ve yangın söndürme tatbikatı yapmıştı. Kurumun dernek statüsünden vakıf statüsüne geçirilmesi sonrası 2011’de THK Üniversitesi kuruldu. Üniversiteye yapılan yatırım kurumun mali yapısını bozdu. 2013’te kurban derisi bağışı alması yasaklandı. O dönemki Genel Başkanı Osman Yıldırım yolsuzluk iddiasıyla 2014’te tutuklandı. Taşınmazlar satışa çıkarıldı ancak darboğaz aşılamadı. Borç yükü arttı.
THK’nın yeni yönetimi iş insanları için 2 jet satın aldı ve 21 milyon dolar borca girildi. Jetlerden birine borcu nedeniyle Avusturya’da el konuldu. Sağlık Bakanlığı’nın ambulans helikopter ihalesini alan THK, helikopterleri teslim edemedi. Binin üzerinde gayrımenkulü olan THK’nun 2019 itibarıyla 1 milyar 700 milyon lira borcu oluştu. Eski bakan Cenap Aşçı da THK’na kayyum olarak atandı. Yangın söndürme uçaklarının ihaleye girmesi ise şartnameye konan 100 litrelik fark nedeniyle engellendi.
Hükümet THK uçakları eski diyor ama İsrail’den kiralanan uçaklar daha eski çıktı.200 miyon dolar hibe ettiğimiz Ukrayna dan gelen ve gece görüş özelliğine sahip helikopterler çalışmalara başladı. Böylece ilk kez gece de yangın söndürme operasyonları devam ediyor. Adamlarda gece görüşlü yangın söndürme helikopteri varmış. Bizde ise gündüz görüşlü uçak bile yok.
Trilyonlar harcayıp 14 tane KİLİSE restore ettirdik ama 3 tane UÇAĞI restore ettiremedik. Birileri OSMANLICILIK rüyasından uyanıp ORMANCILIK yapmaya vakit bulamadı. Yanmayan kefen, yanmayan ağaç değil, yakmayan insan yetiştirmeliyiz. Kindar değil AHLAKLI nesil yetiştirmeliyiz. Herkes çocuğuna güzel bir dünya iyi bir gelecek bırakma derdinde. Gelin biz dünyaya iyi birer çocuk bırakalım. Zaten onlar dünyayı çok güzel bir cennet yaparlar. İyi insanların olduğu her yer cennet değil mi? Çükü onlar gittikleri her yeri, bulundukları her ortamı cennet yaparlar.
Mal bulmuş mağribi gibi felaketi fırsata çevirmeye kalkan bu insanlar hangi ahlaktan ve etikten bahsedebilir.
Isıya dayanan eldiven 44tl’de 330 tl’ye
Yangın söndürme topu 262 tl’ den 480 tl’ye
20 mt hortum 426 tl’den 600 tl’ye
Yangın söndürme tüpü 165 tl’den 250 tl’ye
Çelik uçlu ayakkabı 85 tl’den 165 tl’ye
Baret lambası 65 tl’den 95 tl’ye
Çam ağacı 1200 tl’den 4000 tl’ye
Karbon filtreli maske 215 tl’den 300 tl’ye
Yanık kremi 25 tl’den 65 tl’ye
Yanık izi giderici 100 tl’den 280 tl’ye
Konserve kolisi 172 tl’den 306 tl’ye yükseltmek neyin nesidir? Nasıl bir vicdandır? Hangi insanlığa sığar?
Delirtmeye çalışıyorlar bizi. İnsanlığa inancımızı, yaşama sevincimizi yok etmeye çalışıyorlar. Bizi
birbirimize kırdırmaya çalışıyorlar. Cennet ülkemizi cehenneme çevirmeye çalışıyorlar.
O yüzden… Hatırla Türkiyem… Bu yangına sebep olanları, bu yangına ilgisiz kalanları hep hatırla.
Asla affetme. Ama… Asıl şunları hiç unutma, unutturma kendine:
Neden kullanılmadığını hala anlayamadığın, bizlerin fitre ve zekatlarıyla alınmış, yıllardır kaderine terkedilmiş o bakımı yapılmamış THK uçaklarıyla, canını hiçe sayarak; “yangını söndürmeye hazırız, bırakın uçalım” diyen emekli pilotlarımızı…
Alevlerden kararmış bileğine damlattıkları ile kelebeğe su içeren adamı…
Tümü yanmış köyünün okulundan Atatürk büstü ile Türk bayrağını alıp çıkan delikanlıyı…
1 tanesini zor taşıdığımız 5 litrelik suların 10 tanesini sırtına vurup yangına taşıyan kardeşimizi…
Kendi derdini bir yana bırakmış , itfaiyecilere ayran ikram eden köylü teyzemizi…
Reklam olmasın diye markası sökülerek yollanan yangın tüplerindeki inceliği…
Azerbaycan’dan yardıma koşan can kardeşlerimizi…
Güvenli bölgeye kaçmam! Burayı terk etmem! Burada 80 milyonun hakkı var!” diye ağlayarak direnen kardeşimizi…
Tüm evi, tarlası yanmış, 93 yaşındaki amcamızın kurtulan birkaç karpuzu yardıma koşanlara ikram edişini…
Manavgat’taki köylü kadınlara yüzlerce şalvar dikmeyi akıl eden güzel yürekleri. ..
Yorgunluktan bitap düşmüş, botlarını yastık yapıp , aracının yanında asfaltın üzerinde uyuyan itfaiye görevlisini…
Büyük şehirlerden atlayıp yardıma giden binlerce genci…
Ve daha buraya sığdıramadığımız nicelerini…
Çünkü senin özün, karakterin, fıtratın, yaratılışın bu. Böyle çok güzelsin Türkiye’m. Ne kadar çabalasalar çirkinleştiremiyorlar seni. Kötüler hep vardı, hep olacak. Ama sen bağrında bunca iyiyi sakladığın sürece… Delirmeyiz. Yıkılmayız… Yok olmayız… Merak etme Türkiye’m.
Maalesef, yaşadığımız yangın felâketinde 90.000 arı kovanı telef olmuş.
EİNSTEİN diyor ki:
“Bir gün arı nesli yok olursa, insanın da 4 yıllık ömrü kalmış demektir.”
Bir arı kovanında 1 Kraliçe Arı ve ortalama 20.000 ile 60.000 arasında işçi arı vardır.
Kraliçe Arı 5 yıl yaşıyor ve günde 2.500 yumurta bırakıyor. Bir arının 170 ayrı koku dedektörü vardır.
Saniyede 200 kanat çırpışı yapıyor, ve saatte 25 km. yakın hızda uçabiliyor. Ömrü boyunca 800 km. Yol kat ediyor.
Bir arı, bir polen uçuşunda 50 ile 100 çiçeğe konuyor. Bir günde 1500 çiçeğe dokunuyor.
450 gr. bal yapması için, 17.000 arının 10 milyon çiçek ziyareti yapması gerekiyor.
Bir koloni arının, bir İlkbahar-yaz sezonunda yaptığı yol; Dünya ile Ay arasında 26 kez gidip/gelmeye eş değer.
Yeryüzünde ki çiçek ve meyve tozlaşmasının (döllenmesinin) %80’ini böcekler sağlıyor.
Bunun %85’ini de arılar. 170 bin bitki türü, arıların sağladığı tozlaşma ile varlığını sürdürüyor.
“Yediğimiz her 3 lokmadan birini, içtiğimiz her yudum meşrubatın, bir yudumunu arılara borçluyuz.”
Marmaris’teki bal arıları neredeyse yok oldu. Tabiatı bilmiyorsunuz. O kızılçamların yerine incir, kestane falan dikemezsiniz. Olmaz … Yemek masası değiştirmiyorsunuz. Ekosistem var.
Dünyanın en iyi çam balı Marmaris çam balıdır. En çok amino asit o balda olur. Maalesef Marmaris yangınında kovanların neredeyse hepsi zarar gördü. Arılar yok oldu. Ekosistem çökmüş durumda.
Yani kısacası tabiatın bir dengesi var. İnsanın geleceği ve yaşamı arıya bağlıdır.
Öyle sahilden kum çalıp, ne olacak canım şu ağaçları keser 5 yıldızlı otel yaparız, yerine daha iyisini dikeriz diyemezsiniz. Öğrenilmiş derslerin sonuçlarını görmeye bazen ömür yetmez . Cehalet berbat bir hastalıktır. Tedavisi ise eğitimdir.
2003’deki Burgazada yangınından sonra tüm kökler söküldü. Kökler hamamcılara satıldı. Kalan kökleri de yakmak için Adalılar söktü. Alanı dümdüz ettiler. Toprakta yeşerecek hiçbir şey bırakmadılar. Akabinde yeni fideleri diktiler. Onun için de yıllarca yeşeremedi toprak. 15, 20 yılda, ancak şimdi ortaya çıkmaya başladı makiler.
Aynı popülist uygulamaları geçen sene yanan Heybeliada için de yaptılar. Bu popülist işlemi yapanlara karşı çıkan bazı Adalılar, Orman Genel Müdürlüğü ve başka Adalılar tarafından hiç dinlenmediler.
Ne yazık ki, yeni fideler, alkışlar eşliğinde, yangının üzerinden henüz bir kaç ay geçmeden dikiverdiler.
Kızılçam (Pinus brutia Ten.), Çamgiller (Pinaceae) familyasından Doğu Akdeniz Havzasına özgü, elverişli yetişme ortamlarında 25 metreye kadar boylanma yapabilen bir çam türüdür. Akdeniz ikliminin müşir türlerinden olup tipik bir ışık ağacıdır. Kurak koşullara son derece dayanıklı, çok farklı toprak koşullarında başarıyla yetişen ve yetiştirilen, Türkiye’nin de en önemli hızlı gelişen ağaç türüdür. Sadece Türk ormancılığında değil, yabancı kaynaklarda da son dönemde Türk Çamı – Türk Kızılçamı olarak kullanımı yaygınlaşmaktadır. Deniz seviyesinden 1300–1550 m yüksekliğe kadar meşcere kuruluşu yaparak yayılış gösterir. Dikey yayılışında 1650 metreye kadar çıkar.
Her ne hikmetse canım ülkemde anlaşılmaz bir şekilde kızılçam düşmanlığı hasıl oldu.
Kızılçamlar yangına dayanıklı ağaçlardır, tohumlarını yangın sonrası her tarafa dağıtarak, ormanın tekrar oluşmasını sağlar. Yangına dirençli ağaçlardır. Dolayısıyla, yanan yerlerin yeniden ağaçlandırılması değil, ormanın kendisini yeniden ağaçlanmasına izin verilmelidir.
Yapılan araştırmalarda, yangın geçiren yerlerde, aynı yılın sonuna doğru özellikle makilerde, çimlenmeler başlamakta, yaklaşık 4. yılın sonunda bitkiler geri gelmekte, alanda yavaş yavaş orman yeşillenmeye başlamaktadır. Alanda bu bitkilenmeye izin verilmesi ekosistem açısından da önemlidir çünkü bu ağaçlar, yangına daha dirençli olmaktadır.
Sürekli olarak, Kızılçamların yandığı bölgelerin yerine, başka ağaçların dikilmesi talebi gelmektedir. Bu Taleplerin dikkate alınmaması gerekir. O ekosisteme ait olmayan bitkilerin, o bölgeye dikilmesi doğru değildir. Kızılçam yerine “zeytin dikelim” safsatası ile ortaya çıkanlar şunu bilmelidirler ki, zeytin belki de Kızılçam dan daha yanıcı ve narin bir ağaç türüdür. Zeytini fidan haline getirip çoğaltmak ciddi emek isterken, bir tek sağlıklı kızılçam ağacı, hektarlarca alanı tohumlayabileceği gibi sizden hiçbir yardım da istemez. Ayrıca doğal tensil yapılabilecek türler içinde en masrafsız ve verimli ağaç türüdür.
Artık Traji komik hale geldi, çamlar çok yanıyor, ceviz dikelim, badem dikelim, böyle fikirlere itibar etmeyin. Orman bir Lego gibi, o ağaç olmazsa bu ağaç olsun diyebileceğimiz bir canlı yapı değil. Bir ekosistemden bahsettiğimizin farkında olalım.
Kızılçamlar ile ilgili yanlış açıklamalar var;
“KIZILÇAM KOZALAĞI HAVAİ FİŞEK GİBİ PATLAR VE YANGINI KİLOMETRELERCE UZAĞA TAŞIR”
Tam aksine Kızılçam kozalağı yangın belirli bir ısıya ulaşınca kendini mühürler. Yani çatlayıp patlamaz! Hiç bir suretle havai fişek gibi sağa sola uçmaz. İsteseniz de açamazsınız. Kızılçam kozalağı ısı belli bir seviyeye düşünce kendiliğinden açılır ve yeşermek üzere tohumlarını doğaya salar. Üstelik diğer tohumlar gibi tek yıllık değildir. Toprak kendini yenileyene kadar 1-2 hatta 3 yıl bekleyebilir.
Bu ağaçların ekosisteme uygun olmadığı, kızılçamları bu topraklara dikilerek oluşturulduğu gibi… Bu da yanlış! Anadolu’da 41 milyon yıldır var olduklarını bilmekteyiz. Çoğu fosil alanlarda çam ağaçlarını görüyoruz. Dolayısıyla “Çamlar bu ülkenin ağacı değildir, zeytinler kesilip, çamlar dikildi” sözleri doğru değildir!
Orman alanlarının turizm alanlarına dönüştürülmesi, İklim değişikliği, Akdeniz bölgesinde ciddi sıkıntı oluşturuyor, kuraklık, ısı artışları…
Anadolu’nun kuraklaşacağı, hatta orman alanlarının kayacağı, bugün orman olan yerlerin çoraklaşacağı projeksiyonu yapılıyor.
Nemin, azalması ve kuraklık sonucu orman yangınlarının artacağı bilinen bir gerçek. O nedenle iklim değişikliği parametresini mutlaka dikkate almamız gerekiyor.
İklim krizi yanı sıra, madenlerin, ormanlık alanlara yapılması, Bazı kamu binalarının, turizm alanlarının ormana yapılması ve aşırı insan baskısı ormanlara büyük zarar vermektedir.
İstatistiklere baktığımızda, kasıtlı orman yangınlarından ziyade, ihmal sonucu çıkmış yangınları görüyoruz.
Yangının çıktığı ilk anlarda, ne kadar hızlı müdahale edilirse o kadar kolay olur.
Gece yangınlarını söndürmek en zoru, havadan söndürme yapılamıyor.
Bilim bize diyor ki; Yanan alanların ağaçlandırılması değil, rehabilitasyonu! Yeniden ormanlaştırılması için yöntemler var, bunlar da çoğunlukla araziyi koruma altına alarak, toprağın, ekosistemin diğer unsurları ile kaybolan orman örtüsünün kendiliğinden yeniden yeşermesine, orman dokusunun oluşmasına izin verecek bir uygulamanın ele alınması gerekiyor. Ama kamuoyunun baskısı ve bilinçsizlikle çoğu zaman Türkiye’de hemen ağaçlandırma çalışması yapılıyor.
Ağaçlandırmanın rehabilitasyon ve ekosistem açısından ciddi bir sorunu var.
Milyonlarca senedir bu coğrafyada kızılçamlar var doğa tercihini Ege, Akdeniz’de bu yönde kullanmış. Bizim de buna SAYGI göstermemiz lazım. Çamlar Yangını çıkarmıyor. Yangını insanlar çıkarıyor. Dolayısıyla çamı değil insanı konuşmamız lazım. Yangınları söndürmekten daha önemlisi, orman yangınlarını önlemek. Yanan orman alanlarını da ağaçlandırmaktan değil rehabilitasyonundan söz etmeliyiz.
Yangın Eylem Planı Hazırlanmalı,
Bilinçlendirme Kampanyası Sürdürülmeli,
Erken Uyarı Sistemi Geliştirilmeli,
Erken Müdahale Yöntemleri Geliştirilmeli,
Hava Söndürme Araç Sayısı Artırılmalı,
Gece görüşlü hava ve kara araç filosu kurulmalı
Kara araç filosu artırılmalı
Yapay zeka, drone, iha, Uydu sistemlerinin entegre edildiği kontrol ve koordinasyon merkezleri kurulmalı,
Uydulara termal görüntüleme sistemleri entegre ederek bütün ülkeyi ve ormanları 24 saat kontrol altına almalı, ısı değişikleri gözlemlenmeli, ısı artışı olan bölgeler havadan su ile müdahale edilerek ısılarının azaltılması sağlanmalı ve yangına zemin hazırlayan etkenler ortadan kaldırılmalı.
Orman yangınlarını söndürmek için birçok teknolojinin kullanılması avantaj ve önemli ama orman yangınları son noktada, karadan söndürülür. Bu nedenle o kahramanlar dediğimiz, emekçi yangın personelinin geçici kadrolarla değil, özlük haklarıyla ve kalıcı kadrolar ile organize edilmesi gerekir
Kalıcı kadrolarla, bağımsız bir “Yangın Araştırma Enstitüsü” kurulmalıdır. Yangın öncesi çalışmalar ve toplum bilincini ormanlar yanmadan arttırmak gerekir.
Yanmayan Servi ve Akasya gibi ateşe dayanaklı geç yanan ağaçlar Ormanların arası tampon ve güvenlik alanı olarak dikilmeli
Yangın Emniyet Yolları Açılmalı, Mesire Yerlerinin Yasaklanması Gündeme Gelmedir
Bir yandan da doğanın bir parçası olan keçilerin doğanın düşmanı ilan edilmesi doğanın diyalektiğine aykırıdır. Her türlü arazi koşullarına adapte olabilmesi ve manevra yeteneği yüksek olan kıl keçisi genelde düz ovada beslenmek yerine orman ve kayalık alanda beslenmeyi daha çok tercih etmektedir.
4 bin yıldır bizim coğrafyamıza adapte olmuş yaşamını sürdüre gelmiştir. Maalesef bizim yöneticilerimiz bizim keçilerimizi günah keçisi ilan ederek yaşam alanları olan ormanlara keçilerin girmesini yasaklayarak hem ekolojik dengeyi bozmuş, hem köylüyü, çiftçiyi gelir kapısından mahrum bırakmış, hem de eti, sütü, yünü, gübresi ile büyük ekonomik değeri olan katma değer üreten keçi popülasyonunu çok az bir seviyeye indirmişlerdir.
Derhal acilen bu yanlıştan dönülmeli ORMANLAR KEÇİLERE AÇILMALIDIR.
Dünya bilim çevrelerinin önerdiği ve bizim orman bakanlığının da kabul ettiği “keçiler ormanların fahri dip temizleyicileri” ifadesi çok anlamlıdır.
Kontrollü Keçi Otlatılması Yararlıdır Keçilerin orman içinde yarattıkları seyreltme olayı ve açtıkları patika yollardan dolayı hem yangın çıkması ve yayılması engellenmiş olmakta hem de yangın çıkması olasılığında iç alanlara ulaşılmasında yarar sağlayan etkisi bulunmaktadır. Kemirgen ve selülozu yüksek bitkileri tercih eden keçiler makiliklerde bir tarafta dipte biriken otları temizlerken diğer taraftan ağaçları üst dallarını 1.5-2 m kadar tırmanarak besinlerini sağlarken doğal olarak ağaçları budayarak yangından korur. Keçi sürtünerek geçtiği için bitkilerde döllenme yapar. Dışkısıyla doğal gübreleme yapar. Gezdiği toprak zemini sıkılaştırarak erozyona engel olur. Keçinin olmaması durumunda diğer otlar gelişiyor ve yazın kuruyan otlar mercek etkisi yapan cam kırıkları nedeniyle yangına davetiye çıkarılmaktadır.
Özellikle vurgulanması gereken KONTROLLÜ OTLATMA ve keçi yetiştiricilerinin bilinçlendirilmesi orman yangınlarının önlenmesi ve ormanların doğasına uygun korunması için yapılması yararlı bir işlemdir..
Doğal alanların kontrollü keçi otlatmasına açılması, bölge çiftçisi ve köylülerinin geçim kaynağı olabileceği gibi, sağlıklı süt ve beslenmesi için de yararlı olacaktır. Keçiyi bilmeden düşman ilan etmeyelim, yararlı hayvanın hakkını verelim. insan olarak tahrip ettiğimiz, yakıp yıktığımız doğamızın zararını keçiye yüklemekten vazgeçelim. Doğaya ve keçiye saygı, insana ve ormana saygıdan geçer. Keçi ile uğraşmaktan vaz geçelim insanımızı duyarlı ve bilinçli duruma getirecek süreçlere taşımanın yollarını arayalım.
Saygılarımla …
İBRAHİM TORUN