İlkinden itibaren katıldığım ve birinde de konsey başkanlığı yaptığım tüketici konseylerinin son yapılanı 22.Tüketici Konseyi idi. “Belki bu sefer yeni bir şeyler duyarız” umudu ile Tüketici Konseyine katıldım. Konseyde en çok konuşulan konu yaklaşık 1100 hakem heyetinin sayılarının “verimsiz?” oldukları gerekçesiyle sayılarının 220 civarına düşürüleceği idi. Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürü, yaptığı en son konuşmada “ kocası hakkı huzur alsın diye karısının şikayetçi olduğu hakem heyetleri var “ deyince olayın boyutu anlaşıldı. Salonda bulunan tüketici örgütlerinin birçoğu, il ve ilçelerde kurulan hakem heyetlerine üye olmak için kurulan tüketici dernek ve federasyonlarının üyeleri idi. Bir çoğu da hakem heyetlerinden aldıkları hakkı huzur ücreti ile dernek veya şubelerinin belki kiralarını ödüyorlar belki de masraflarını karşılıyorlardı.
Hakem heyetlerinin kapanması ile büyük bir tasarruf sağlanacağı da Genel Müdürümüz tarafından açıklandı. Demek ki yüce siyasi iktidar, Anayasanın amir hükmüne rağmen tasarruf yapacak bir alan olarak tüketici hakem heyetlerini görmüştü.
Hakem heyetlerinin kapanması ile tüketiciler adına o ilçeden o ilçeye ulaşım açısından bir külfet getireceği hiç düşünülmemişti. Siyasi iktidar bize şunu söylemek istiyordu, artık hakem heyetleri sayısını da azaltıyoruz, 220 hakem heyetini de azaltabilir veya arttırabiliriz yani her şey artık değişmişti. Öyle güvendiğimiz 1100 hakem heyetinden aldığımız hakkı huzur ücretleri ile dernek giderlerimizin veya şube giderlerimizin bir kısmını karşılayamayacaktık. Benim anladığım buydu. Ayrıca bu işin “bakanların” iki dudağı arasında olduğu ileride belki yalnızca 81 ilde il hakem heyetlerinin bırakılabileceği de anlaşılabilirdi. Bunun daha da ilerisi, tüketiciler bundan böyle, e-devlet üzerinden, yada şikayetim var.gov.tr gibi bir e posta elektronik ortamda şikayetlerini ileteceklerdir, bu yüzden hakkı huzur ödenmeyecek diyecek bir kanun değişikliği de her an yapılabilir. İleride ki bu tehlikeyi görmek gerektiğine inanıyorum. Önemli olan ne.. Tüketici şikayeti mi,. Tasarruf tebdbirleri mi..? Bunu da zaman gösterecek.
Benim bu toplantıdan çıkardığım acı ders bu oldu. Bu sistem nasıl 1100 den 220 küsür hakem heyetine düştü ise her an kaldırılabilir, yeni bir elektronik uygulama getirilir. AB’den alınan 8 milyon euro civarında para ile yapılacak olan modernizasyon da bu şekilde yapılabilir. Bu arada hakem heyetlerine katılmak için kurulan dernek ve şubelerin birkaç yıl içinde sayılarının ne şekilde azalacağını da bize zaman gösterecek. Çoğu “hakem heyeti şu tarafta, oraya gidin başvurun” diyen bir tüketici örgütlenmesi gerçek bir tüketici örgütü sayılmayacağı için bunların elenmesi de iyi oldu kanısındayım. Bir dernek başkanının da dediği gibi “sahada olan” tüketici dernekleri için bunun bir şans olduğu da açıktır. Önemli olan bu şansın nasıl kullanılacağıdır. Hakem heyetleri yok iken, tüketicilerin hak aramak için derneklerin kapısında bin metre sıra olduğu günlerde unutulmamalıdır. Kanun, hakem heyetleri sistemini getirdiği zaman buna karşı çıkmak yerine, bu sistemin bir bileşeni olduğumuzda zaten tüketiciyi kaybedeceğimiz açıktı. Hakem heyetlerine giden tüketicinin örgütlenme ihtiyacı kalmadığı için derneğe gelmedi. Kaymakamlığın sorununu ücretsiz çözdüğü tüketici neden gelip derneğe üye olup aidat yatıracaktı ki. Onu eğitemediğimiz için kaybettik ve şimdi 80 milyon tüketicinin ancak 100 binini örgütleyebildik. İleride ne yazık ki hakem heyetleri yurt dışında da örneklerini gördüğümüz gibi elektronik ortama taşındığında artık tüketiciyi yüz yüze görebilme şansımız bile kalmayacak.
Hakem heyetleri kapanınca tüketici derneklerinin sayısının da azalacağını tahmin etmek hiç de zor değil. En azından hakem heyetine katılmak için kurulan dernek ve şubelerin sayısı azalacak. Tabii bu dernekler kapanınca üye sayısında da belli bir düşme yaşanacak. Genel Müdür’ün söylediği gibi “benim karşıma 80 bin 90 bin üye ile gelmeyin 1 milyon kişi ile gelin” sözünün gerçekleşmesi için benim kalan ömrümün de yetmeyeceği kesin. 80 milyon tüketicinin yaşadığı bir ülkede örgütlü tüketici sayısının zar zor 100 binlere ulaşmaması ‘senin örgütün benim örgütüm’ tartışmasına düşmeden oturup tartışılması gereken bir konu.
22. Tüketici Konseyinde AB projeleri başlığı altında yapılan sunumda, tüketici örgütleri bize projelerini sunacaklar biz onaylayacağız şeklindeki sözler de gerçekten ilginçti. Acaba bir derneğin projesinin onaylanması kriteri ne. Zamları, bankaları, elektrik faturalarını şeker fabrikalarının özelleştirilmesini ve bir çok şeyi eleştirirsem benim derneğimin projesi onaylanacak mı. Ya da sayıları giderek artan siyasi iktidara yakın görünen derneklerin federasyonların mı projeleri onaylanacak. Ya da proje onaylansın diye ‘uslu çocuk’ gibi mi davranacağız. Aslında yine benim anladığım şuydu. Bakın hakem heyetlerini kapatıyoruz ama size AB projeleri getirdik dizi dizi alın uygulayın. Çoğunun içinde mutlaka en az 10 kişilik Avrupa gezisi olan bu tür projelerin Türkiye’ye ne getirdiği tartışılır. Ama esas tartışılması gereken konu benim de yöneticisi olduğum TÜDEF ( Tüketici Dernekleri Federasyonu ) tüzüğünde yer alan bağımsızlık ilkelerinin nasıl yorumlanacağı. TÜDEF ;
– Siyasi, idari ve ticari kuruluşlardan bağımsız olarak hareket eder.
-Tüketicilerin bilgilendirilmesi ve diğer çalışmalarında hiçbir ticari markanın etkisinde kalmaz.
-Hiç bir ticari kurum ve kuruluştan bağış, reklam, ilan almaz ve bu kuruluşlara sponsorluk vermez.
-Ticari ve politik hiçbir bağımlılığı olmayan, bütünüyle üyelerinin gönüllü katkı ve katılımlarıyla çalışmalarını sürdüren bir BAĞIMSIZ TÜKETİCİ VE SİVİL TOPLUM kuruluşudur.
-Ülkemizin bağımsızlığı ve Demokrasi kültürünün geliştirilmesi doğrultusunda hareket eder.
Tabii ki, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı destekli AB projelerinin kabul edilmesi, yukarıdaki ilkelerin nasıl yorumlanacağına bağlı. Avrupa Birliğini emperyalist bir güç olarak kabul etmek veya etmemek bu yoruma bağlı olsa da bunu da zaman gösterecek. Sanıyorum artık kahrolsun küresel emperyalizm ve kapitalizm nutuklarını daha az duyabileceğiz. Yada Avrupa Birliği projesi başka, buna girmiyor deyip konuyu kapatacağız.
22. Tüketici Konseyinde çalışma gruplarında yalnızca on dakika ürün güvenliği konusunu, beş dakika kadar da nişasta bazlı şekerlerin zararlı olduğunu görüşebildik. Bence rapora giren en önemli iki konu buydu. Bu iki konunun da rapora girmesi ile girmemesi arasında ne fark varsa girmesi için yine canla başla didindik.
Eve gelince 22 yıllık zaman zarfında saatlerce oturup sayfalarca yazdığımız geçmiş tüketici konseylerinin kararlarına baktım. 1997 yılındaki kararlara baktığımda; tüketici örgütlerinin tanımının raporun başında titizlikle yapıldığını gördüm. Bu raporu 21 yıl önce yazan tüketici örgütlerinin temsilcileri bağımsızlık vurgusunu güçlendirmek için büyük çaba harcamışlardır.
“Tüketici örgütleri Avrupa normları ve uluslararası tüketici örgütlerinin belirlediği bağımsız nitelikte olan kuruluşlardır. Devlet dâhil tüm siyasi parti, ticari kurum ve kuruluşlardan bağımsız bir nitelik taşımaktadır. Tüketici örgütleri ticari ilişkilerden bağımsız, yayımlarına reklam almayan siyasi partilerle organik ilişkiler içinde olmayan ve gönüllü kişilerin katılımıyla oluşan, bağımsız ve gönüllülük esasına dayalı sivil toplum örgütleridir” denilmektedir.
Ayrıca
Yedinci beş yıllık Kalkınma Planında belirtildiği üzere, TSE, DPT, RTÜK, Rekabet Kurulu, Milli Prodüktivite Merkezi, Patent Enstitüsü, Ekonomik Konsey ve diğer kuruluşlar ile Bakanlıklar, Hükümet ve Yerel Yönetimlerin benzeri kurullarında ve faaliyetlerinde tüketici örgütlerinin temsil edilmesi ve kararlara katılmasının sağlanması; evrensel kabul görmüş tüketici haklarının uygulanabilmesinin ve tüketicilerin sorunlarına çözüm üretebilmelerinin ön koşuludur.
1997 yılında ki kararları incelediğimde taleplerin büyük bir bölümünün havada kaldığı görülüyor. Aslında taleplerin bir bölümünün gerçekten uygulanmayacak talepler olmasına rağmen o zamanki sıkıntılarımız ile günümüzdeki sıkıntıların nasıl örtüştüğü ve TÜKETİCİ KONSEYLERİNİN aslında bir çare olmadığı 2002 yılı kararlarını inceleyince ortaya çıkacaktır. 16 yıl önce konseye katılan arkadaşlarımız şunları talep etmişler.
“a) Temel kamusal hizmetler kar amaçlı değil, kamu yararı gözetilerek yapılmalıdır. Elektrik, su, doğalgaz, telefon, ulaşım vb. kamusal hizmetler ile temel ihtiyaç maddelerine bütçe açıklarını kapatmak amacıyla sürekli zam yapılmamalıdır.
b) Elektrik faturalarındaki Güç Aşımı Bedeli, Belediye Vergisi, Sayaç Okuma Ücreti gibi herhangi bir hizmet karşılığı olmayan uygulamalar kaldırılmalıdır.
c) Akaryakıt, doğalgaz, ve enerji alanında keyfi fiyat artışları ve yüksek oranda Tüketim Vergileri uygulanmamalıdır.
d) Vazgeçilmez temel gıdamız olan ekmekteki fiyat belirlemelerinde görülen yetki karmaşası sona erdirilmelidir.
e) Telefon faturalarındaki Sabit Ücret ve hizmet karşılığı olmayan diğer uygulamalar sona erdirilmelidir.
7- Ekonomik kriz nedeniyle daha da yoksullaşan tüketicilerin ücret ve gelirlerinde insanca yaşayabilecekleri artışlar sağlanmalıdır.
8- Başta kamusal hizmetler olmak üzere; bankacılık, enerji, iletişim vb. alanlarda uygulanan tek taraflı, baskı yaratan ve vicdana aykırı sözleşmeler kaldırılmalı; bu sözleşmeler; tüketici haklarının korunduğu açık, anlaşılır ve tazmin hakkını da içerecek şekilde düzenlenmelidir.
9- Transgenik (genetik olarak dönüştürülmüş) ürünlerin üretilmesi, ithalatı ve pazarlanması yasaklanmalıdır.”
Şöyle bir düşünelim, aradan geçen 16 yıl boyunca değişen ne oldu. Yukarıdaki kararların tamamını gelecek yıl yapılacak olan 2019 Tüketici Konseyi sonuç raporuna copy paste yapsak kimse bir şey anlamaz. Yıllarca birkaç bakan, birkaç Genel Müdür değişse de, hükümetler, kanundan gelen Tüketici Konseyi toplantısını “aman bir sorun çıkmasın diyerek sorunsuz” gerçekleştirmişlerdir.
İlk kurulduğu yıllarda Bakanların, Müsteşarların katıldığı tüketici konseylerine artık bu şekilde bir üst düzey katılım olmuyor. 80 milyonu ilgilendiren bir konseyin gazetelerde bile haberi çıkmıyor. Ama yine de canla başla çalışıp aman şu da rapora girsin diye çabalayıp duruyoruz.
Bu konseyler, beş on yıldır katılan arkadaşlar için bir umut verir gibi görünse de 22 yıldır katılan bir tüketici gönüllüsü olarak benim için traji komik bir tiyatrodan başka bir şey değil. Verilen rol ne ise o oynanıyor. Hakem heyetlerini kapatıyorlar sesimiz çıkmıyor, projelerinizi getirin onaylayacağız diyorlar, ilkeleri unutup sevinçle karşılıyoruz. Hakem heyetleri kapanmasın diye sonuç bildirgesine bir cümle yazabiliyoruz o kadar. Gelecek yıl belki de yeni bir bakanla, muhtemelen yeni bir genel müdürle, belki de yine aynı konuşmacılarla yine aynı tiyatroyu oynayacağız. 16 yıl önceki kararları yeniden yazacağız. Bu arada 80 milyon tüketici bizden hizmet bekleyecek. Bu yüzden tüketici hareketinin bir an önce önümüzdeki dönem nelerin yapılacağını belirleyecek bir arama konferansında yeni bir yol haritası çizmesi gerektiğine inanıyorum.
Konsey çıkışında yıllar önce emekli olmuş eski bir bakanlık çalışanını gördüm. Biraz sohbet ettik. Ona düşüncelerimi anlattım. “Haklısın” dedi. “Tüketici hareketinin liderleri yaşlanıyor artık, bakın hepinizin yaşı 60’ı 70’i geçti. Hatta 80 yaşını geçen ağabeyler var. Tüketici hareketini bırakacağınız gençleri göremiyorum. Şimdi ben yıllardır dinlediğim için hangi konuşmacının ne şekilde bir ses tonu ile konuşacağını ve ne anlatacağını çok iyi biliyorum, her şey tekrara bağlandı” deyiverdi. Haklıydı. Derneklerdeki üyelerimiz de giderek yaşlanıyordu. 30-40 yaş altı gençleri kaybetmiştik. Onları kazanmanın tek yolu onları eğitime çağırıp, bilinçli tüketici, bilinçli beslenme türünden aile bazında eğitim vermekten geçiyor. Bunu yapacak kadroları da yetiştirmek gerekiyor.
Gelecek yazımda yine bir fırsat verilirse, geçtiğimiz iki yıl içinde denenmiş bir projeden yola çıkarak tüketici hareketinin gelişebilmesi için sürekli eğitimin önemine değineceğim, tabii ki AB projelerine ihtiyacımız olmadan binlerce tüketiciyi ancak sürekli eğiterek derneğe kalıcı üye yapabileceğimizi yazacağım. Tekrar görüşmek üzere…
Sinan Vargı