İlk Osmanlı toplumu, bir gaza toplumu ve gaza Müslümanlığı özelliği taşırken, tarihindeki en önemli düzenli ordusu olan Yeniçeriler kuruluşunu pirleri Hacı Bektaş Veli’nin manevi destek ve duaları sayesinde gerçekleştirdiği genel bir inanış olarak ifade edilmektedir. Hem Osmanlı Devleti’nin batı yönlü yayılması ve gidilen yerlerde İslam’ın yayılmasında hem de önemli askeri gücü olan Yeniçerilerin altyapısını oluşturmasında etkin rol oynayan bu inançsal yapıyı birlikte tanıyalım.
Bektaşilik, Baba İlyas’ın halifesi Hacı Bektaş Veli’nin ölümünden iki asır sonra Osmanlı Devleti zamanında Kırşehir’de kurumlaşan, öncelikle Batı Anadolu uç bölgelerine yayılan ve Osmanlı fütuhatı ile Balkanlara taşınan bir inanç sistemidir. Zaman içerisinde Osmanlı hâkimiyetinin ulaştığı bütün topraklara uzanan bu inanç yapısı, özellikle Balkanların Türkleştirilip İslamlaşmasında büyük öneme sahiptir.
Bir Türk tarikatı olan Bektaşiliğin diğer klasik tarikatlardan ayıran en önemli özelliği Türk kültür ve geleneklerine bağlı kalması, Türk örf ve adetlerini İslam dini içinde İslamlaştırması ve yaşatması ile daha açık bir şekilde görülmüştür. Türk toplumunu uzun zamanlar siyasi, askeri, tasavvufi ve kültürel yönlerden etkileyen tarikatların en genişi Bektaşilik oldu. Tarikatın piri Hacı Bektaş Veli ise Osmanlılar zamanına yetişmediği halde geniş mürit halkası ve zaviye ağı ile etkileri ve tarikatı günümüze kadar gelen en güçlü ve popüler Türkmen şeyhidir.
Bektaşilik, Türklerin Anadolu’yu istilasından bu yana yüzyıllar boyunca süre gelen özellikle 13. yy.da ortaya çıkan şiddetli siyasi, sosyal ve dini-tasavvufi hareketlerle ve özellikle Babailer isyanı ve hareketi ile sıkı sıkıya bağlantılı olarak belirmiştir. Bektaşilere başlangıçta Baba İlyas müridi deniliyordu. 14. yy.dan sonra Hacı Bektaş kültü bunlar arasında yayıldı. Bektaşiliğin yayılıp kurumlaşmasında en büyük rolü Sulucakaraöyük’teki Hacı Bektaş Veli türbe ve zaviyesi oynadı.
Hacı Bektaş Veli öldükten sonra (1271) en birinci müridi Abdal Musa zaviyenin şeyhi oldu ve faaliyetlerini sürdürdü. O, birçok müridi ile Batı Anadolu topraklarında ve Balkanlarda Bektaşiliğin temellerini attı. Osmanlı himayesine girdikten ve bir tarikat olarak Devlet tarafından resmi statü verildikten sonra bünyesine heterodoks birçok tarikat ve pagan unsurlar girmiş, Sünni halk ve gayrimüslim unsurlarla kurduğu iyi ilişkilerle bağdaştırmacı, esnek ve hoşgörülü yapısıyla Anadolu’nun en büyük tarikatı haline gelmiştir.
A.Y.Ocak, Bektaşi adının bir zümreye isim olarak 16. yy.da kullanılmaya başlandığını öne sürerek Bektaşiliğin tam olarak 16.yüzyıl başlarında kurulmuş olabileceğini belirtmiştir. Bu süreçte 1502 yılında Şah İsmail’in kurduğu Şiî-Safevi Devlet’inin Anadolu’daki etkili propagandalarının da etkisi olmalıdır. Böylelikle Sultan II. Bayezid Rumeli’deki Bektaşi şeyhi Balım Sultan’ı Sulucakaraöyük’teki Hacı Bektaş Dergahı’nı postnişin atayarak İran’ın etkisi altındaki Kızılbaş-Alevi Türkmenlere karşı bir tedbir düşündü. Bu siyaset kısmen olumlu sonuçlar verdi, Bektaşilikle Alevilik zamanla bütünleşti, Devletin Babaî, Abdalân-ı Rum, Alevi-Kızılbaş Türkmenler üzerindeki kontrolü bu yolla sağlanmaya çalışıldı.
Aşıkpaşazâde’nin belirttiği gibi, Hacı Bektaş Veli, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan evvel gelip Anadolu’ya yerleşmiş meczup bir derviş idi. Hayatta iken bir tarikat kurmadığını, bunlar arasında İslam’a çok aykırı davranışlar bulunduğunu sıralar.
Osmanlı Devleti merkeziyetçi bir devlet olarak kuruluşunu tamamladıktan sonra siyasi ve askeri rollerini terk etmek zorunda kalan Bektaşiler, ancak Balkanlarda yoğun faaliyet halinde fonksiyonlarını sürdürmüşler, Bektaşi tekkeleri, mistik-dini faaliyetleri ile birlikte Osmanlı Devleti’nin ileri hareket merkezi, derbent, teftiş, istihbarat, akıncı beylerine lojistik destek sağlayan teşkilat ağı olarak önemli siyasi ve askeri roller de üstlenmişlerdir.
Bektaşiler, İslam dinini, her seviyede kişinin anlayabileceği bir biçimde basit ve Türkçe anlattıkları için gayrimüslim unsurlar dâhil, Türkmen köylü ve göçebelerle her kesimden insanlar daha rahat ve kolay bir şekilde benimsiyorlardı. Yapısındaki, insanı esas alan mistik özelliği ise, tekkesine gelen insanları din, dil ve etnik kimliğine bakmadan hiçbir ayırım yapmadan bir gördüğü için kolayca yayılıyordu. Yapısındaki mistik ve demokratik unsurlarla bütün dinlere hoşgörülü bakan senkretik (bağdaştırmcı) özelliği sayesinde çok kuvvetli bir cazibe ve propaganda gücüne sahip olmuştur.
Daha ilk zamanlarda bile Sünniliğin ve Sünni tarikatların hâkim olmadığı büyük merkezlerde değil, daha çok göçebe aşiretler, köylüler, gayrimüslim unsurlar ve sınırlardaki askeri zümreler arasında yayılmıştır.
Osmanlı ordusunun fetihlerine paralel olarak, Bektaşilik de fethedilen topraklarda gelişti. Bektaşiler ilk zamanlardan beri, Osmanlı hizmetine girmekle gaza ve fütuhat faaliyetlerinde de rol almışlardır. Menakıbnamelerde yaygın olarak görülen tahta kılıçlarla kaleler fetheden, gaza ve cihat yapan sufi dervişlerin çoğu Hacı Bektaş Veli’nin müridi ve köçeğidir. İbn Batuta ve Evliya Çelebi’nin gezip gördüğü yerlerle alakalı olarak verdiği bilgilerde Hacı Bektaş Veli’nin nüfuzu ve Bektaşi tekkeleriyle Sonradan Bektaşiliğe dönüşen Ahi zaviyelerinin hemen hemen her Osmanlı toprağını bir ağ gibi örmesi dikkatlerinden kaçmamıştır.
Aşıkpaşazade, Neşrî, Oruç b. Adil gibi ilk Osmanlı kroniklerinin aktardığı genel gerçekler, Osmanlı toplum yapısının Türkmen karakteri taşıdığı, ilk ordusunun sufi dergahlarla doğrudan bağları olan Türkmen veli-gazi ve atlı akıncı birliklerinin oluşturduğunu, düzenli yaya-piyade ordusunun Orhan Gazi zamanında temelleri atılıp I. Murad zamanında Yeniçerilerin nüvesini teşkil ettiğini naklederler.
İlk Osmanlı toplumu bir gaza toplumu ve gaza Müslümanlığı özelliği taşırken, ilk düzenli ordusu olan Yeniçeriler de kuruluşunu pirleri Hacı Bektaş Veli’nin manevi destek ve duaları sayesinde gerçekleştiğini genel bir inanış olarak ifade etmişlerdir. Dolayısıyla tüm bunlar ilk Osmanlı toplumsal değerlerinin bu geleneksel Oğuz-Türkmen tabanına oturduğunu gösteriyor.
Osmanlılar 14.yy.dan itibaren Balkanlarda başlattıkları fetih hareketlerinde devamlı olarak Abdalan-ı Rum, 15. yy.dan sonra da Bektaşi derviş ve müritleri görev almışlardı. Ö. L. Barkan’ın eserleri bu konudaki örneklerle doludur.5 Bu faaliyetler, Bektaşi dervişlerine devlet nezdinde önemli bir yer sağladı. Bu dervişlerin gerek Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve gerek sonrasında fetihlerde göstermiş oldukları yararlı hizmetler, II. Bayezid’in Balım Sultan’ı Rumeli’den getirtip Hacı Bektaş zaviyesinin başına oturtması Bektaşiliğin resmen devlet himayesinde kullanılmış olduğunu göstermektedir.
Bektaşi dervişlerinin ilk Osmanlı hükümdarları ile yakın ilişkilerinin en önemli sonucu Bektaşilerin Yeniçeri askeri teşkilatının ilk kuruluşundaki yararlılıkları oldu. Bu ilişki gereği Yeniçerilerin gittiği her yere Bektaşilik de gitmiş oluyordu. Bu arada Bektaşilerin İslam dininin koyu emir ve yasaklarına karşı göstermiş oldukları esnek ve müsamahalı tavırları nedeniyle yeni fethedilen topraklardaki halkı, yerel inançlarını zorlamaksızın etkilemiş olmaktadırlar.
Balkanlardaki Osmanlı hâkimiyetinin kolayca yerleşmesinde etkili olduğu ifade edilen istimalet politikasının altında yatan faktör budur. Bektaşiliğin bağdaştırmacı yapısı nedeniyle Balkanlardaki bozulmuş Hristiyanlar tabir edilen Bogomilis mezheplerin Bektaşiliğe benzeyen heterodoks nitelikleri sebebiyle Ortodoksiye olan muhalefetleri de yerel nüfusun Bektaşiliğe geçişlerini kolaylaştırmıştır. Devletin başta toprak mülkiyeti sağlamaları yanında vergi konusunda getirmiş oldukları kolaylıklara paralel olarak Bektaşi Müslümanlığının engin hoşgörüsü sayesinde Hristiyanlar rahat bir şekilde inançlarını yaşayabiliyorlardı.
Böylece Balkanların yerli Hristiyan, Yahudi, Bogomilis, pagan vs. unsurların Osmanlı yönetimine ısınmaları sağlandı. Bu derviş tarikatının eklektik yapısını tanıyan ve hoşgörülü bir İslam anlayışının temsilcileri olan çoğu Bektaşi halifesi Türkmen şeyh ve dervişlerini gören gayrimüslim unsurların, Katolik din adamlarının baskısına karşı Katolik kardinali göstermektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz ifadesinin altında yatan gerçek saik bu olmalıdır. Balkanlardaki toplu ihtidalar ve Arnavut, Boşnak, Pomak vd. unsurların İslamlaşma serüvenleri bu minval üzere gerçekleşmiştir.
Bektaşiliğin yapısındaki mistik değerlerle bir mistik din olan Hristiyanlığın ortak noktaları Bektaşi dergâhlarında birleşiyordu. Bektaşi tekkelerinde organize edilen geniş katılımlı, kadın-erkek ayırımı yapılmayan, sazlı-sözlü coşkun ritüellerle sergilenen toplantılara Hristiyanlar da rahatça katılıyor aynı mistik coşkunluğun ahengine kendilerini kaptırıyorlardı. Bektaşilik, yaşadığı çevre ile yerli gelenek ve inançları kendisinde eritecek derecede uyum içinde olmuştur. Bu husus öncelikle Bektaşiliğin kendisine mal ettiği bazı Hristiyan dini bayramlarında ve Hızır adı altında bazı azizlerin kutsanışı ile bir senkretizm yani bir inançlar karışımı olduğunu da göstermektedir.
Mesela Hristiyanlıktaki teslis kavramı, Bektaşilikte Hak-Muhammed-Ali birdir felsefesinde yansımıştır. Nitekim Hacı Bektaş’ın tekkesini açtığı Sulucakaraöyük çevresinde yoğun olan Hristiyanlar kendisine büyük bir sevgi besledikleri ve Aziz Haralambos adıyla takdis ettikleri bilinmektedir. Öyle ki Balkanlardaki Hristiyan azizleri ile ekserisi gaza sırasında şehit olmuş Müslüman azizleri (Aziz Nicholas ile Sarı Saltuk, Aziz George ve Theodore ile Hızır-İlyas, Gül Baba, Şeyh Bedreddin, Otman Baba, Evrenos Gazi vs. mezar ve makamları kutsal azizler olarak ziyaret ediliyor) birleşiyor, daha birçok Türkmen veli-gazisinin türbesini birbirinden ayırmak mümkün olmuyordu. Her iki dinin mensupları aynı heyecan ve coşkuyla, F.V. Hasluck’un müşterek azizler (yatırlar) dediği, türbe ve mezarları ziyaret ediyorlardı. Bu ve benzeri özellikler yerel unsurlarla Müslüman halkın kaynaşmasını sağlıyordu.
Bektaşilerin bu özelliklerini bilen ilk Osmanlı hükümdarları Bektaşi dervişlerini fethedecekleri topraklara önceden göndererek oralarda tekke açmalarını destekliyor ve faaliyetlerini teşvik ediyordu. Merhum Köprülü de serhatlerdeki köylü ve göçebe Türkmenlerin dini ve kültürel hayatları üzerinde en büyük etkiyi gösteren Bektaşilerin Hıristiyan halkı ihtida etme hususunda da en faal ve kati rolü oynadıklarını ifade etmiştir.
Bektaşilik gibi halk tarikatlarındaki gaza ve cihat duygusunun diğer tarikatlara göre daha çok faal görülmesi, haklarında gaza ve ihtida olaylarını canlı ve çok renkli hikayelerle anlatan menkıbelerin çokluğu, onların gayrimüslim unsurlarla daha çok münasebetler kurduğunu ve fetih hareketlerine daha çok katıldıklarını göstermektedir. Aksi olsaydı, serhat boylarındaki Osmanlı gazileri arasında ve Yeniçeri Ocağı’nda Bektaşilik ananesi bu kadar canlı ve etkili olmazdı. Belki de Sünni bir tarikat ve şeyhi, mesela aynı çağda yaşayan Mevlana’nın adı, daha çok nüfuzlu olurdu. Yeniçeri Ocağı, yıkılışına kadar kendilerini Bektaşi köçekleri olarak anmışlardır.
Horasan erenleri denilen Türkmen şeyh ve dervişleri, Aşıkpaşazâde’nin Gaziyân-ı Rum dediği bu savaşçı gaziler zümresinin gaza ve cihat ateşini daha çok alevlendiriyordu. Bektaşi neşesiyle kurumlaşan Yeniçeri Ocağı’nın Gaziyân-ı Rum’un (Anadolu Gazileri) yerine büyük bir gaza ordusu haline gelmesi ve daha sonraki İran’ın güdümündeki Kızılbaş-Alevi tesirlerine rağmen Osmanlı’ya sadık kalarak Osmanlı-İran savaşlarında Devlete hararetle bağlı kalması son derece önemliydi.
Bektaşi tarikatı Osmanlılar açısından belki de en önemli fonksiyonunu Yeniçeri Ocağı’nın tesisindeki rolüyle gösterdi. Yeniçeriler Ocaklarına Hacı Bektaş Ocağı derken, kendileri de Yeniçeri köçeğiyiz diye övünürlerdi. Halk da kendilerini, Zümre-i Bektaşiyân, Taife-i Bektaşiyân vb. adlarla anarlardı. Yeniçerilerden rahatsız olan, onların kaba ve zorbalığa varan hareketlerini onaylamayan insanlar Güruh-u Bektaşiyân derlerdi. Kısaca halkın nazarında Yeniçerilik Bektaşilik olmuş, Bektaşilik de Yeniçerilik…
Selçukluların yıkılışı ve Osmanlıların kuruluşu arasında başlayan ve Moğol haraçgüzarlarının Anadolu’da sebep oldukları yıkım ve istikrarsızlık dönemlerinde toplumu yönlendiren Ahi Şeyhleri ve Abdalân-ı Rum dervişlerin himayesi altında hayatlarına yön veren gaziler, Darü’l-harp bölgesi uçlara ve Balkanlara yönelmişlerdi.
Balkanlardaki baş döndürücü bir hızla gerçekleşen fütuhatı yönlendirecek düzenli bir orduya ihtiyaç vardı. Osmanlı yöneticileri, Yeniçeriliğin tesisi sırasında yapacakları savaşlara mana ve ideal kazandıracak bir önder gerekiyordu. Çünkü Türkmen şeyhlerinin uçlardaki halkın ve hayatın başlıca nazımı ve önderleri oldukları düşünüldüğünde bu ihtiyacın önemi olaylıkla anlaşılacaktır.
İşte bu misyonu, o zaman geniş halk kesimlerinin keramet ve büyük bir karizma isnat ettiği Hacı Bektaş Veli yerine getirmiştir. Artık Yeniçerilerin gerçek ve değişmez piri Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir. Onlar, dünyevi sultanın değil de manevi dünyanın hünkarı ve sultanı dedikleri Hacı Bektaş Veli adına savaşıyorlardı.
Anadolu ve Rumeli Gazilerinden gaza bayrağını devralan Yeniçeriler, henüz teşkilatı tam kurumlaşmadan önce, bir Bizans toprağı zapt edilir edilmez orayı hemen Darü’l-İslam’a çevirmeye bütün gayretlerini sarf etmeye hazırdılar.8 Bu anlamda Yeniçeriler, Bektaşilerin seyfi kolu olarak hizmet görmüşlerdi.
Yeniçeri-Bektaşi ilişkileri ile ilgili olarak Hacı Bektaş Veli’nin Yeniçerilerin isim babası olduğu ve onlar için hayır dua okuduğu tarihsel anlamda şüpheliyse de bu tarikatın bu ordu üzerindeki nüfuzu bir gerçektir. Bektaşi Babalarından biri Hacı Bektaş Veli’ye vekaleten 94. Kışlada ikamet ederdi. Hacı Bektaş Veli türbesinde postnişin olan şeyh, vefat ettiğinde yerine geçen kimse, İstanbul’a gelip Ocaklı onu şaşaalı bir merasimle Ağakapısına kadar götürerek tacını da Yeniçeri Ağası’nın başına geçirirler ve aynı şekilde devam eden resmi törenle Bâb-ı âli’ye gönderilerek ferace giydirilir, dönüşüne kadar da izzet ve ikramla muamele edilirdi.
Osmanlı hükümdarlarının üzerindeki nüfuzunu bildiğimiz Ahilerin geleneksel başlıkları olan beyaz börk, önceleri Orhan Gazi zamanında kurulan Yaya ve Müsellem Teşkilatı’nın askerlerine, I. Murad Yeniçeriliği kurduğunda da diğer askerlerden ayrıcalığı bulunsun diye Yeniçerilerin serpuşu olarak kabul etmişlerdi.
Hacı Bektaş Veli ile Yeniçeriler arasında organik bir bağ olmasa da bu manevi bağ 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar sürdü (Vak’a-ı Hayriye). Yeniçerilerin Bektaşilerle bağları o derce kuvvetliydi ki II. Mahmud, Yeniçerilerle yapılan şehir içi muharebelerin ikinci günü ülkedeki bütün Bektaşi tekkelerini de kapatma emri vermiştir. Yeniçerilerle birlikte Bektaşilerin da bir nevi imhasına gidilmişti. İstanbul’daki Bektaşi babalarından kaçabilenler canını kurtarabilmiş, birçoğu idam veya sürgün edilmiştir. Böylece Yeniçerilikle birlikte Bektaşiliğe de resmen son verilmiştir.
Anadolu ve Rumeli Gazilerindeki güçlü Hacı Bektaş Veli kült ve inancını gören Osmanlı sultanları, Yeniçeri Askeri Ocağı’nı kurarken, aynı zamanda halk arasındaki yaygın kült sebebiyle, Ocağı ona bağlamışlardı. Böylece Hacı Bektaş Veli’nin hatırası Osmanlı topraklarına gittikçe büyüyüp yayılmış ve ünlenmiştir. Gerek Balkanlarda fethedilen topraklardaki gayrimüslim aileler ve gerekse Anadolu’daki halk, her aileden bir tane olmak üzere, çocuklarını çekinmeden Yeniçeri Asker Ocağı’na vermişlerdir. Ocağa atfedilen kutsallık sayesindedir ki zamanla Hacı Bektaş Veli’nin yerini ‘Peygamber’ alacak ve Asker Ocağına halkımız Peygamber Ocağı diyecektir. Doğal olarak bu, devletin de hoşuna gidecektir.
Bunun en büyük pratik sonucu şu olmuştur ki, uzun süren Osmanlı-İran savaşları boyunca Anadolu kırsalındaki Kızılbaş-Alevi topluluklar İran yanlısı bir tutum sergilemişken Bektaşiler devlet yanılışı olarak kalmışlardır. Alevilerin mehdici, ihtilalci ve isyana meyilli davranışları yanında Bektaşilerin Osmanlı’ya sadık bir tutum izlemelerinde Osmanlı’nın bu zümrelere karşı geliştirdiği politikaların etkisi olmuştur.
Sonuç
Hacı Bektaş Veli’nin Osmanoğulları’nın saltanatını tebşir ettiği ve Osman Gazi’ye kılıç kuşattığı, taç giydirdiği, devletinin inkişafı için dua ettiği rivayetler12 Bektaşiliğin devlet üzerinde kuvvetli bir mevki almasından sonraki zamanlarda meydana çıkmış olmalıdır.
Yeniçerilerin Bektaşilikle ilişkisini tanımlamaya çalışan bazı araştırmacılar, Yeniçerilerin çoğunluğunun devşirilen Hristiyan çocuklardan veya savaş esiri olarak alınmış olmasına dayandırmaktadırlar. Kökenleri ne olursa olsun Balkanlardaki fütuhat sırasında esir alınan çocuklar, Roma İmparatorluğunun, Selçukluların ve Abbasilerin de yaptığı üzere, Osmanlı fetih ordusunun asker ihtiyacını karşılamak üzere Anadolu’daki çiftliklere ve köylere gönderilerek burada Türk dilini ve İslam kültürünü öğrenirlerdi.
Anadolu’ya gönderilen bu çocuklar, kitabi-Sünni İslam’dan ziyade Hacı Bektaş Veli kültünün çok kuvvetli olduğu halk inançlarını benimsemek durumunda kaldıkları kuşkusuzdur. İşte henüz Devşirme Sistemi’nin gelişmediği erken Osmanlı döneminde Yeniçerilerin Hacı Bektaş Veli’ye büyük saygı duymaları ve Hacı Bektaş Veli’nin de Yeniçeri askerlerinin manevi piri olmasının tarihsel açıklaması böyledir.13 Bektaşi-Yeniçeri ilişkisi, çağdaşları olan Mevlana ve Yunus Emre dahil, Anadolu’da hiçbir sufinin neden Hacı Bektaş Veli kadar güçlü bir kutsallaştırma konusu olmadığını da göstermektedir.
Daha Orhan Gazi’den itibaren Balkanlara yerleştirilen Türkmenler orada Türkleşirken (yerleşik hayata geçme), Hıristiyanların Türkleri oradan atma çabalarına karşı yerli unsurlardan temin edilen Yeniçerilerin büyük faydaları olmuştur. Şüphesiz bu stratejide Bektaşi şeyh ve zaviyeleri önemli roller üstleniyorlardı.